Otel müdürünün en büyük kabusu nedir?
“Bu bir rezalet, bu bir komplo, sizi şikayet edicem, görürsünüz…” diye bağırarak resepsiyon desk’ine gelen sinirli adamı sakinleştirmek mümkün değildi. Her geçen dakika misafir daha da sinirleniyor, otelle hesaplaşırcasına kendi kendine birşeyler konuşuyor, lobby’de ses tonunu gittikçe arttırıyordu.
Onu yatıştırmak için gece müdürü gelmişti. Misafir, “Bu ne ahlaksızlık, odaya kamera koymuşsunuz, görüntülerimi kaydediyorsunuz, mahkemeye vericem sizi, sosyal medyaya vericem, her yere vericem, görürsünüz…” diye bağırınca, böyle bir durum olamayacağını, sakin olmasını ve birlikte odayı kontrol etmelerini öneren müdür, belli etmese de, gerilmişti. Misafiri sakinleştirmek çok zordu.
Odaya girdiler. Misafir kolunu kaldırarak parmağıyla tavanı gösterdi: “Çektiğiniz bütün kayıtları geri istiyorum, hepsini!” diye tekrar bağırmaya başladı. Aslında kayıt aleti diye göstermiş olduğu alet, duman dedektörüydü. “Beyefendi o alet, duman dedektörü. Yanıp sönen kırmızı ışık ise, duman sensörü. Yanılmışsınız, ben size söylemiştim. Bizde böyle bir şey olmaz, lütfen sakin olun artık, rahatlayın” dedikçe, misafir tam tersine daha da bağırıyor, ikna olmuyordu.
“Bakın, şimdi o tavandaki aleti sökeceğim ve size içini göstereceğim. Herhalde ikna olursunuz” dedi ve canhıraş bir şekilde, eline geçirdiği eşyaları üst üste koyarak tavana ulaştı. Önce duman algılayıcısının kapağını, daha sonra da sensörü söktü. Ortada kayıt aleti olmadığını ispatlarcasına elindekileri gösterirken, hiç kimseden ses çıkmıyordu artık. Az önce bağırdığı sahneleri hatırlayan misafir, mahcup olmaya başlamıştı.
Derken, birden alarm çalmaya başladı. Yangın alarmı. “Dikkat dikkat . Bu bir acil durum anonsudur. Lütfen en kısa zamanda binayı boşaltın. Yangın merdivenini kullanın. Asansörleri kullanmayın.”
‘İşte şimdi bittik’ diye düşünen müdürün yüzündeki ifade, çok vahimdi. Korku, panik, endişe… Yok yoktu. Odanın ortasında puf, pufun üstünde sandalye ve onun üzerinde bir elinde tornavida ile kafası tavanda kalakalmıştı.
Alarmdan sonra, tavanda duran fıskiyenin devreye girmesi ve odaya su boşaltması an meselesi diye düşünürken, o da oldu. Aniden patlayan su, odanın her yerine yayıldı. Şiddetli bir sağanak yağmur gibi soğuk suyun şiddetiyle odadaki misafir, tavandaki müdür, bellboy ve olaya son anda müdahil olan teknik servis personeli sırılsıklamdı. Oldukları yerde donup kaldılar. Ne hareket edecek, ne de bir kelime söyleyecek zamanları dahi olamamıştı.
Alarm çalmıştı artık, geri dönüş yoktu. Olanlar olacaktı ve anons otelin her birimine yayılmıştı.
Birçok kişi bilir, alarm çaldıktan sonra tahliye senaryosu başlar. Çalışan personelin önceden belirlenmiş rolleri vardır. Hatta senede iki defa, bunun pratiğini yaparlar. Böyle bir acil durumda, görevli personel bölümlere, gruplara ayrılmıştır. Bir grup yangını söndürmeye, bir grup ise, oteldekileri dışarıya, güvenli bir bölgeye almaya çalışır.
Ve şimdi de aynen öyle olmuştu.
Peki o anlarda balo salonunda olan 200 kişilik düğün ne olmuştu? Akşam yemeğinde restauranttaki özel program, Sıra Gecesi’ndeki kalabalık ne olmuştu, bilinmiyordu.
Bunları kafasından birer birer geçiren müdür, tek bir hamle ile tavandan atlayarak, on ikinci kattan aşağıya uçar adımlarla indi. Giderken odada bıraktığı üç kişiye ise, acıklı ve ağlamaklı bir tebessüm bırakmıştı.
Nefes nefese indiği lobide tam bir kaos vardı. Herkes birbirine çarparak kaçışıyor, koşuşturuyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Telaştan ve panikten bornozuyla, iç çamaşırlarıyla, gece kıyafetleriyle resepsiyona inen misafirler vardı. Ve bu manzara, durumun vehametini açık açık gözler önüne sermeye yetiyordu. Nefes nefese kalmış müdürü artık kimse durduramıyordu. Bağırmak istiyor, bir şeyler söylemek istiyor ama koşturmaktan nefes nefese kaldığı için kelimeler ağzından çıkamıyordu. “Yanlış alaaarm, yanlış alaaaarm… köhüü köhüü” diyebildi sadece. Ama çok geçti.
Büyük bir gürültü duydu sonra. Kafasını çevirdiğinde kalabalık bir grubun kendisine doğru geldiğini gördü. Düğün grubuydu bu. Önde damat, arkada kaynanası ve kayınpederi… Müdür hayatında kendini hiç bu kadar kötü hissetmemişti. Genelde sessiz sakin bir adamdı ama, bir o kadar da panikti. Özellikle bu tarz olaylarla karşılaştığında kendini geri çeker, karar vermekte zorlanır, hızlı karar veremezdi. Bu olay ona çok fazlaydı. Acaba bunca gerilim karşısında işi bırakıp kaçsa daha mı iyi olurdu, bilemedi.
Ona doğru koşan kalabalık kitlenin en önündeki damat, “Gelin yok, gelin kayıp… Karım nerde, karımı kaçırdılar” diye bağırmaya başlamıştı. Büyük kalabalık lobiye dağılmış, koltukların altları dahil her yere bakıyor, gelini arıyorlardı.
Gece müdürü grubun dikkat boşluğundan yararlanıp aralarından sıyrılmış, balo salonuna inmişti. Düğünden panikle dağılan misafirler balo salonunu yerle bir etmişler, masalar yerlere devrilmiş, yemekler etrafa saçılmıştı. Her yerde çatal kaşık, tabaklar ve menaj takımları bir çöp yığını halinde duruyordu. Sanki balo salonunda kasırga esmişti. Çöp yığınlarının aralarından geçerken buranın nasıl bu hale geldiğini düşünüyordu.
Birden, bir çıtırtı duydu. Ardından fısıltı halinde bir ses geldi: “Hişşt… Hişşt… Müdür Beey, Müdür Beey”. Sese doğru yaklaştı, ses orkestranın terkettiği sahneden geliyordu. Davulun altında biri vardı. Yavaş ve tedirgin adımlarla sese doğru ilerlerken, ‘Daha başıma gelmeyen ne kalmıştı ki’ diye düşündü. Ses daha da yaklaştı. “Müdür Beey, Müdür Beey….”
Aaa… Gelin…! Gelinlikli bir gelin… Kaybolan gelin… Davulun altına saklanmış. Orada olduğu anlaşılmasın diye, “Pisst pisst Müdür Beey, Müdür Beey” diye fısıldıyordu. “Ne var? Niye girdin buraya, herkes seni arıyor” diyen müdür, artık gelinin yüzünü iyice görebileceği kadar yaklaşmıştı ona. Ama kafasında neden bir bellboy kepi vardı gelinin, anlam verememişti müdür, sormamıştı da…
Takılmış gibi, “Müdür Beeey, Müdür Beey” diyor, ağzından başka bir kelime çıkmıyordu. Bir yandan da eline davulun tokmağını almış, müdürün kolunu dürtüyordu. Bir ara kelimeler değişip de, “Uyanın Müdür Bey, uyanın… Davulun üstünde uyuya kalmışsınız” diye bir ses gelince , irkildi, gözünü açtı müdür. Uykulu gözlerle salona 180 derece bir bakış fırlattı. Herşey düzgün ve yerli yerindeydi, hiçbirşey olmamış gibi… Yanında önce iki ayak ve devamında üniforma gördü. Ve bir bellboy kafası ona, “Müdür Beey Müdür Beeey uyuya kalmışsınız, kalkın, uyanın…” diyordu. “Kim…? Yok… Ben, uyumuyorum, uyumam, yakından davulun sesini dinliyordum, hoş geliyor mu “ diye mırıldandı.
“Müdürüm, yukarıda resepiyonda bir adam var, otel misafiri, bağırıp duruyor, odasına kamera mı konmuş ne, birşeyler anlatıyor, sizi çağırıyor, ne yapalım?”
“Söyleyin ona az beklesin… Buralarda bir davul tokmağı vardı … Alıp geliyorum“
Copyright © Aykut BAKAY
Bu yazım 26.01.2017 tarihinde Turizm aktuel de yayınlanmıştır.
http://www.turizmaktuel.com/haber/bir-otel-mudurunun-en-buyuk-kabusu-nedir